MS’le nasıl baş ettiğimi yazmak için oturmuştum aslında satırların başına, ancak hayatla nasıl baş ettiğimi yazmışım aslında…
Bugün önünden geçtiğim cezaevinin ağaçlarını çiçeğe durmuş görünce daha iyi anladım. Hayatın en acelesiz yerinde, en eylemsiz yerinde, daha bi hevesli akmaya çalışıyordu ZAMAN.
Ne kadar zor olduğunu anlatamam. İyi göründüğün halde, kötü olduğunu bilmek. İyi olduğunu ispatlamaya çalışırken, içten içe kötü hissetmek. İyi olmadığını ailene bile itiraf edemezken, aslında kötü de olmadığını anlatamamak.
O kadar zor ki, aslında çok güçlü, ürkütücü bir sağlıksızlık raporun varken, basit bir sağlık ocağı raporunu almak(alamamak!) Hastalığın ne getireceğini bilememek ve bunun psikolojisiyle uğraşmak zor evet. Ama bence asıl zor olan adıyla gelen korkuyla baş etmek, hayatın onunla birlikte getirdikleri zor. İnsanların getirdikleri zor. İş bulamamak mesela ya da bulmak ama bu nedenden alınmamak zor. Ayaklarının üzerinde hazır durabiliyorken :)) duramamak, hayatını kazanamamak ZOR. Ama bütün bunların sırf hastalıkla ilgisi var mı? Yok mu? Ben çözemedim.
“Yazmak, bitirmek istemektir, ANLATABİLMEYİ istemektir” der Nazan Bekiroğlu. Yazarsam biter! diye yazıyorum. Kalbimdeki yaralar gibi, beynimdekilerde bitsin! diye yazıyorum.
Söz tanık olsun; Ben yaşıyordum.
Ben bunları yaşıyordum…
Özlem…